-->

3 Ağustos 2009 Pazartesi

The Wackness


Sevgili Aras ve Ulaş beylerinlerin tavsiyesini dikkate alıp "The Wackness" filmini izledim geçtiğimiz gece. Huyumdur, şahsıma yapılan önerileri çok geç değerlendiririm. Yine öyle oldu. Hayli rötarlı bir şekilde izlemiş olsam da, sonuna kadar "izlediğime değdi" diyebiliyorum. Hem zaten bazı filmleri herkesten çok sonra izlemek, sanılanın aksine oldukça keyiflidir. Dilerseniz filme geçelim biz şimdi.

Yer, New York'un Manhattan bölgesidir. Yılsa 1994. Bu tarih, müzik açısından oldukça önemlidir, hatta hiphop için ciddi manada şaşalıdır bile diyebiliriz. Zira, Tupac ve Biggie gibi müthiş isimler halen yaşamaktadır. Kötü olsansa Kurt Cobain'in intiharıdır. Filmimizin merkezindeki isim olan Luke, işte tam o yıllarda liseden yeni mezun olmak üzere olan bir torbacıdır. Ama zannettiğiniz gibi popüler bir öğrencilik hayatı olmamıştır, o kaybedendir, o yalnızdır. Sadece bu kadar da değil. Ailesinin borçlarını fazlaca kafaya takan Luke, gün geçtikçe depresifleşmektedir de. Luke'un yalnızlığını paylaştığı bir kişi vardır. O isim, kendisine marihuana karşılığı terapi seansları uygulayan Dr. Squires'tan başkası değildir. Ama bakıldığında doktorun da Luke'tan aşağı kalır yanı yoktur, onun da iyi gitmeyen bir evliliği ve kullandığı ağır haplar vardır. Psikiyatristimizin, yaşının aksine fena halde çocuk ruhlu olması ve gençliğinde yaşamaya cesaret edemediği şeyleri artık yaşamak istemesi, hayatında bazı şeyleri değiştirecektir. Bu arada süper ikilimiz Luke ve Squires aylar geçtikçe ahbap, kanka ve dost kıvamına gelecektir. İşler bir müddet böyle gidecektir ta ki Luke, doktorun üvey kızı Stephanie'yle yakınlaşıncaya kadar. Ekranda kareler aktıkça görebileceğimiz diğer şeylerse; aşk, kırılan kalpler, ikili yalnızlıklar ve kazanılan kimlikle beraber olgunlaşan hayatlar...

Filmin içeriğini en yalın biçimde anlattıktan sonra geriye ne kalmış bir bakalım. The Wackness, 2008 yapımı bir bağımsız film. Belki hatırlayanınız vardır, "2009 !f İstanbul Film Festivali"ne konuk olmuştu kendisi. Ben o zaman ıskalamıştım The Wackness'i. Türkçe "Arıza" olarak söylense de biz dillendirmiyoruz tabii bunu. The Wackness, herkesin sevebileceği türden bir yapım değil. Ama işin hiphop öğelerini göz önüne alırsak sizler tarafından sevileceğini garanti edebilirim. Biraz komedi, biraz romantizm ve dram unsurları mevcut filmde. Güzel yanlarından biri de bu. Bu sayede film daralmıyor. Ama temposunun düşük olduğunu söylemeliyim. Düşük tempo sıkıcı manasına gelmemeli ama. Filmimizin, ilişkilere bakış açısını irdeleğimizde kesinlikle erkekler tarafından olayı ele aldığını söyleyebiliriz. Film, konu ve karakterlerin özellikleri olarak klişeliğe meyilli olsa da kurgusunun iyi olduğunu vurgulamalıyız. Sonra yansıtılan dönem oldukça başarılı bir şekilde geliyor önümüze. Örneğin kahramanımız Luke, walkman'le sokakları arşınlarken, çağrı cihazıyla haberleşmekte ve boombox'ını da yanından hiç eksik etmemektedir. New York'un, belediye başkanı "Rudy Giuliani"nin tutumları sonrasında nasıl bir hale büründüğü, onun döneminde sokaklara nasıl bir yaklaşımla bakıldığı kısmı da es geçilmemeli. Filme bağımsız dedik ama kazanılan ödüllerden bahsetmedik. 2008 yılında Sundance Film Festivali ve Los Angeles Film Festivali'nde "İzleyici Ödülü"ne layık görüldü. Filmin başrollerinde, doktor karakteriyle övgüyü fazlasıyla hak eden Ben Kingsley, canlandırdığı Luke karakteriyle oyunculuğunu hayli iyi bulduğum "Josh Peck" ve doktorun üvey kızını oynayan güzel dişimiz "Olivia Thirlby" var. Yan rollerde ise "Olsen" ikizlerini ve hiphop camiasının önemli yüzlerinden "Method Man"i görüyoruz. Yazar ve yönetmen koltuğundaki isimse Jonathan Levine.

Filmimizi özel kılan etkenlerin başında şüphesiz müzikleri geliyor. Biggie'den "The What" & "Can't You See", A Tribe Called Quest'ten "Can I Kick It?", Biz Markie'den "Just a Friend" The Wackness'e ritim kazandıran şarkılar. Final sahnesinde, David Bowie'nin "All the Young Dudes" şaheserini Mott the Hoople'dan işitmekse ayrı bir keyif. Luke Shapiro'nun ve Jeffrey Squires'ın ağzından dökülen 10 numara repliklerle nokta koyalım yazımıza. İyi seyirler...

"Acıyı benimse, senin bir parçan olsun."
"Asla, ot içmeyen ve Bob Dylan dinlemeyen birine güvenme."
"Zenci bir kız düzmeyi dene. Benim öyle bir şansım olmamıştı üniversitede okurken."
"Liseli arkadaşlara ihtiyacım yok. Bir hafta Kris Kross dinlerler, sonraki hafta Pearl Jam. Ben onlar gibi değilim, sadığım. Yani, ben hala kasetten müzik dinliyorum."

The Wackness @ IMDb
The Wackness @ Resmi Site